top of page

Bihter’i Anlamak: Psikanalitik Bir Bakış

Halit Ziya Uşaklıgil’in Aşk-ı Memnusu, yüzeyde yasak bir aşkı konu alıyor gibi görünse de derinlemesine okunduğunda nesiller arası aktarım, kimlik çatışması ve bastırılmış arzularla örülü, oldukça yoğun bir psikolojik zemine sahiptir. Romanda Bihter karakteri çoğunlukla sadece Behlül’le yaşadığı ilişki üzerinden tartışılır; oysa onun hikâyesi bir kadının içsel çatışmalarla verdiği sessiz savaşın, annesinin gölgesinde yaşamaya çalışmanın ve kaçındığı yazgıya adım adım yaklaşmanın hikâyesidir.


Bihter’in romanın sonuna doğru söylediği “Ben Firdevs Hanım’ın kızıyım” cümlesi, sadece biyolojik bir ilişkiyi değil, aynı zamanda bilinçdışı düzeyde süregelen bir kimlik devralımını ve bundan duyulan çaresizliği de içerir. Bu cümle, bir kabulleniş değil; bir yenilgi, bir teslimiyet ve bir yüzleşme anıdır. Bihter, başından beri annesinden farklı bir kadın olma çabasındadır. Annesi gibi olmamak için yaşlı bir adamla evlenir, annesinin güzellik ve gençlik takıntısından uzak durmaya çalışır, onun ahlaki çöküşüne karşı kendisini “erdemli” bir kadın olarak konumlandırır. Ancak bilinçdışında çoktan içselleştirdiği bir kadınlık modeli, onu farkında olmadan annesinin izinden götürür.


Psikanalitik kuramda kişi, çocukluk döneminde yaşadığı duygusal yaraları ileriki yaşamında benzer ilişkiler aracılığıyla yeniden deneyimleme eğilimindedir. Bihter, annesinden duyduğu öfke ve utanma duygusuyla, Firdevs Hanım’ın yaşamına benzememeye ant içmiştir. Ancak Adnan Bey’le yaptığı evlilik onu mutlu etmez; evde yabancı hisseder, sevildiğinden emin olamaz ve köşkte duygusal olarak yalnızlaşır. Nihal’in babaya olan bağlılığı, Adnan Bey’in edilgenliği, Bihter’in aradığı aidiyet hissini bulamamasına neden olur. Tüm bu hayal kırıklıkları, onu Behlül’le ilişkiye sürükler.


Bu ilişki yalnızca bir tutkunun değil; aynı zamanda annesine duyduğu bastırılmış öfkenin, annesinin kadınlık anlayışıyla girdiği bilinçdışı çatışmanın da yansımasıdır. Behlül’le yaşadığı ilişkinin sonunda Bihter kendisini "lekelenmiş", "murdar", "artık annesine benzeyen" biri gibi hisseder. Romanın dilinde, “Onun kanında, zerrelerinde bir şey vardı ki onu sürüklemiş, sebepsiz, özürsüz Firdevs Hanım’ın kızı yapmıştı” ifadesi, bu bilinçdışı yazgının ifadesidir. Bu noktada Bihter artık annesinden nefret etmekle kalmaz; onu içselleştirdiğini fark eder, kendisine dönüşü olmayan şekilde onun kızı olduğunu kabul eder.


Melanie Klein’ın haset kavramı üzerinden yapılan okumalarda Firdevs Hanım’ın, kızlarına karşı duyduğu düşmanlık öne çıkar. Kızlarının gençliği ve sahip olabileceği fırsatlar, Firdevs Hanım’ın geçmişte yitirdiği ama hâlâ vazgeçemediği arzularını hatırlatır. Onlara karşı duyduğu annelik duygusundan çok, rakip görme eğilimi baskındır. Bihter’in çocukluğundan itibaren sevgiyle değil, kıyasla, hırsla ve iktidar savaşlarıyla örülü bir ilişki deneyimlediğini düşünebiliriz. Sevginin koşulsuz değil, kazanmaya ve hak etmeye bağlı olduğu bir ortamda yetişmek, onun daha sonra Adnan Bey’den ya da Behlül’den beklediği duygusal tatmini neden elde edemediğini açıklar.


Behlül’le yaşadığı ilişki de psikanalitik açıdan bir aşk hikâyesinden çok bir kimlik bozulmasıdır. Bihter, Behlül’ü kaybetmenin kendi benliğini kaybetmek anlamına geleceğine inandığında artık sevgi, bağlanma değil; sahip olma, tüketme ve kendini feda etme gibi yıkıcı savunma mekanizmalarına yönelir. Behlül ise, narsisistik yapısı gereği, doyumsuzlukla ve bağlanma yoksunluğuyla hareket eder. Bu ilişki bir sevgi değil; iki ayrı yaralı karakterin birbirine tutunma, ama aynı zamanda birbirini tüketme ilişkisidir.


Bihter, Behlül’le olan ilişkisini bir arınma, bir aşk yoluyla kendini temize çıkarma çabası olarak anlamlandırır. Ancak Behlül’ün onu terk etmesi, hem annesiyle özdeşleşmesini tamamlar hem de özkıyımı kaçınılmaz hale getirir. Julia Kristeva, melankolideki özkıyım eğilimini, yitirilen sevgi nesnesiyle birleşme arzusu olarak tanımlar. Bihter için bu hem Behlül hem de sevemeyen annesi olabilir. Freud ise insanın kendine yönelttiği ölüm dürtüsünü, önce başkasına yöneltilmiş bir yıkım arzusunun geri çevrilmesi olarak tarif eder. Bihter’in özkıyımı, annesinin mirasına, Behlül’ün ihanetine ve kendi yazgısına karşı bir sessiz başkaldırıdır.


Sonuçta Bihter’in hikâyesi, sadece bir kadının aşk hikâyesi değildir. Annesinden kopmak isterken onunla bütünleşen, annesini yok sayarken onun gibi olan, kendini tanımlarken annesinin diliyle konuşan bir kadının hikâyesidir. Psikanalitik düzeyde Bihter, annesinden kurtulmak için çıktığı yolda en sonunda onun kızı olmaya mahkûm olduğunu kabul eder. Bu kabul, hem kimliğinin çözülme anı hem de ölümünü mümkün kılan kırılma noktasıdır.

 
 
 

Yorumlar


Etiler / İstanbul

psk.sirvaninanc@gmail.com

  • LinkedIn
  • Instagram

© 2025 Tüm Hakları Saklıdır.

bottom of page