top of page

Görünür Kalmanın Bedeli: Substance Filmine Psikolojik Bakış

Güncelleme tarihi: 5 May

2024 yapımı Substance filmi, ilk bakışta bir bilim kurgu-gerilim gibi görünse de, derinlikli bir psikolojik ve toplumsal eleştiri sunuyor. Film, yaş almakta olan bir kadının, "kendisinin daha genç, daha güzel ve daha toplum tarafından daha arzulanabilir bir versiyonuna dönüşmesini" konu alıyor. Bu hikâye, çağımızın görünmez sorunlarına ve kimlik karmaşalarına temas eden çarpıcı bir anlatıya dönüşüyor.

Bu yazıda Substance’ı iki farklı ama birbirini besleyen psikolojik çerçeveden ele alacağız: içsel çatışmalar ve toplumun kadına bakışı. Bu iki perspektif birlikte düşünüldüğünde film, yalnızca bir karakterin dönüşümünü değil, birçok kadının görünmez parçalanmalarını temsil eder.

Psikanalist Heinz Kohut’un kendilik psikolojisine göre, bireyin benlik değeri çoğu zaman dış dünyadan gelen onay ve yansımalara bağlı olarak gelişir. Özellikle çocukluk döneminde yeterince yansıtılmamış ya da koşullu sevgiyle büyümüş bireylerde, bu dışa bağımlılık daha belirgin hâle gelir. Kişi, zamanla kendini yalnızca başkalarının gözünden tanımlayabilir.

Substance’ın başkarakteri Elisabeth Sparkle da dış onaya bağımlı bir yapıya sahiptir. Mesleğinde, ilişkilerinde ve bedeninde varlığını yalnızca dışarıdan gelen beğeniyle doğrulayabilmektedir ancak zamanla, toplumun kadınlara biçtiği "arzulanabilir beden" idealini sürdüremez. Bu noktada karakter, içsel bir kırılmayla karşı karşıya kalır: Benliğini ayakta tutan temeller yıkılmaya başlamıştır.

Filmde sunulan “ikinci beden” Sue, yalnızca gençlik hayaline değil; görünürlük, arzulanabilirlik ve kabul görme arzusuna bürünmüş ruhsal bir kaçıştır. Bu beden, estetik bir kabuk değil, bastırılmış benliğin hayal edilmiş yansımasıdır. Kişi, artık kendi tenini taşıyamadığında, ondan sıyrılıp dışsallaşır; kendi yüzünü inkâr eder. Bu noktada narsistik yapının en kırılgan şekli belirir: Gerçek benlik, yetersiz ve tehdit altında hissedilirken; idealize edilmiş bir benlik parlatılır. Film, aynadaki yansımayı değil; o yansımaya bakarken içten içe çatlayan ruhu anlatır. Estetik arzunun çok ötesinde, bir kimliğin yavaşça eriyişini izleriz.

Substance, bireysel bir çatışmanın çok ötesinde, kadın bedeni üzerindeki toplumsal denetimi ve feminenliğin şartlı tanımlarını da göz önüne serer. Feminist psikolojiye göre kadın bedeni, yüzyıllardır erkek bakışının belirlediği bir norm çerçevesinde değerlendirilmiştir. Kadının değeri gençliği, doğurganlığı ve estetik duruşuyla ölçülür. Bu sistem, kadını arzunun nesnesine dönüştürürken, onun öznel varlığını görünmez kılar.

Elisabeth Sparkle, kendi bedeninden yabancılaşmıştır ve bu yabancılaşma yalnızca fiziksel görünümle ilgili değildir; yaş almanın getirdiği "görülmeme" hissiyle de ilgilidir. Gençlik yıllarında ilgi odağı olan kadın, zamanla bu bakışların yokluğunda görünmezliğe itilir. Kadın artık “görülmeyen”, “duyulmayan” ve “istenmeyen” hâle gelir.

Bu bağlamda filmin sunduğu “yenilenmiş beden” fikri, feminist psikoloji açısından son derece çarpıcıdır: Kadın, kendi varlığını sürdürebilmek için önce bedeninden, sonra da benliğinden vazgeçmeye zorlanır. Bu, bir seçim değil; toplumun görünmez ancak güçlü elleriyle dayattığı bir zorunluluktur. Kadına biçilen değer, bedenin gençliği ve arzulanabilirliğiyle ölçülür; yaş, çizgiler, yorgunluk izleri ‘değersizliğin’ simgesi hâline getirilir. Filmdeki bu dönüşüm, patriyarkal sistemin kadına sunduğu tek çıkış yolunu ifşa eder: "Ancak genç ve arzulanabilir olursan var olabilirsin." Bu da kadının hem bedenine hem de özüne yabancılaşmasına neden olur. Yenilenmiş beden, bir özgürlük değil; görünür kalabilmenin tek aracı, hatta bedeli olur. Böylece kadın, kendisi olmakla toplumda yer bulmak arasında yıpratıcı bir ikileme hapsedilir.

Filmdeki dönüşüm yalnızca bireysel bir kopuş değildir. Kadının kendini “daha iyi bir versiyonuna” dönüştürme arzusu, günümüz dünyasında oldukça tanıdık bir zemine oturur. Estetik operasyonlar, dijital filtreler, sosyal medyadaki kimlik performansları gibi pek çok araç, bu arzunun teknolojik izdüşümünü oluşturur. Ancak bu arzuların kökeni bireysel değil, toplumsaldır: Kadın, çoğu zaman "kendi olmak" ile "istenilen olmak" arasında sıkışır.

Bu noktada narsistik kırılganlık ile feminist psikoloji birleşir: Bireyin içsel çatışması, toplumsal dinamiklerle derinleşir. Filmdeki karakterin yaşadığı kırılma, hem ruhsal bir parçalanmadır hem de kadınlık deneyiminin sistematik olarak değersizleştirilmesinin bir sonucu. Substance, yalnızca tek bir karakterin değil, kolektif bir kadınlık deneyiminin anlatıcısıdır. Substance, izleyiciye yalnızca bir gerilim değil, aynı zamanda bir yüzleşme sunar. Kimlik dediğimiz şey ne kadar bize aittir? Bedenimizle kurduğumuz ilişki ne kadar özgürdür, ne kadar biçimlendirilmiştir? Arzulanmak neden bu kadar merkezde yer alır ve biz buna neden bu denli ihtiyaç duyarız?

Psikolojik açıdan film, narsistik ihtiyaçların ve kırılganlıkların bedenle nasıl çatışabildiğini çarpıcı biçimde gösterir. Toplumsal bağlamda ise kadınlığın hâlâ ne denli şartlı bir kimlik olarak kurgulandığını gözler önüne serer.
 
 
 

Comments


Commenting on this post isn't available anymore. Contact the site owner for more info.

Etiler / İstanbul

psk.sirvaninanc@gmail.com

  • LinkedIn
  • Instagram

© 2025 Tüm Hakları Saklıdır.

bottom of page